28 Kasım 2007 Çarşamba

26 Kasım 2007 / Ruşen Ferit Kam

...Seyir Defteri... 26.11.2007
.
Bugün, geçen sene yapmamız gereken ama bu seneye ertelenmiş Ruşen Ferit Kam sunusunu Dr. Mehmet Uğur Yılmaz bey gerçekleştirdiler.
Uğur Bey'in "Ruşen Ferit Kam" sunusunda birinci ve tek referansı gene Ruşen Ferit Bey gibi "merhum" Dr. Nazmi Özalp'in TRT tarafından yayınlanmış olan biyografisiydi.
Nazmi Özalp, Ruşen Ferit Kam'a iyi sahip çıkan manevi mirasçılarından birisi olmalı diye düşünüyorum. Çünkü Kam'dan kendisine intikal eden evrakı mümkün olduğunca değerlendirmeye çalıştı. Kam hayattayken onunla olan yakın ilişkileri de Özalp'in fikir beyanı konusunda (galiba) haklı olma yolunu fazlasıyla açıyor. Ne yazık ki, hazırlanan biyografi Mesud Cemil'in Tanburi Cemil biyografisiyle kıyaslanınca (tabir muallakta kalacak ama) biraz özensiz görünüyor. Her ne olursa olsun Ruşen Ferit Kam'la ilgili Nazmi Özalp'in kaleme aldığı bu kitap; nadir ve okunması gereken kitapların arasında yer alma özelliğine bir zarar getirmiyor. Tahminim, büyük ihmale uğramış Ruşen Ferit Kam hakkında yapılacak olan çalışmaların önümüzdeki senelerde daha da artıp, çok güzel ve geniş ele alınmış bir biyografisinin yayınlanacağı yönündedir. Merhum Dr. Nazmi Özalp de ilk olmak değerini çok daha iyi bir şekilde bulacaktır.

İçinde bulunduğumuz günlerde özellikle kemençevi (veya kemençeci) gençlerin Ruşen Ferit Kam'ın ismini telâffuzda niçin cimri olduklarına dair bir anlamı, henüz yüklemek istemiyorum.
Uğur Bey ve Sunusu:
Uğur bey, o müthiş hafızasıyla Kam'ı çok güzel anlattılar. Topluluk içinde böylesi cevval kişilerin var olması göğsümü kabartıyor. İşin garip tarafı, Uğur bey "zekaveti" sebebiyle, büyük bir ihtimalle bu hazırlık için fazlaca zaman da kullanmamışlardır. Bu durum beni gülümsetiyor. Bir de zamanını tam müzik araştırmacılığına vakfedecek olursa yapabilme ihtimallerinin olduğu şeyleri buraya kaydetmek istemiyorum. O'nunla konuştuğumuz zaman kendisine özellikle bahsetmek istiyorum. Tabii ki, O'na bahsettiğim zaman, bu günlük içinde, o bahisleri ve Uğur Bey'in cevaplarını herkes müşahede edecek.
Sunum esnasında Uğur bey, genellikle Özalp'in verdiği bütün bilgilere sadık kalarak anlatımlarını gerçekleştirdiler. Bir nevi kitabın özetini yaptılar.
Dinletilen Ruşen Ferit Kam Programı:
Daha sonra, çok sevgili dostum, ATOMT Şeref Üyeleri'nden Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde kardiyoloji öğretim üyesi Doç. Dr. Bülent Behlül Altunkeser'in hatırşinaslıkla kopyalayıp verdikleri Ruşen Ferit Kam'ın Ankara Radyosu'ndaki klasik koro programlarından birisini çalışmada hazır bulunanlara dinlettim.
Dinletmiş olduğum programda iki adet Rast, bir tanecik de Zâvil eser yer alıyordu. Rastlar geçmiş ve geçmekte olduğumuz eserleri ihtiva ettiğinden, aynı zamanda nüans örneklemesi için de tam yerine oturdu.
Bu programdaki Kam açıklamalarının deşifresini yaptım. Önümüzdeki haftalarda hem blog sayfasına koyacağım ve hem de geçeceğimiz yeni bir eser notasının arkasında ayrıca çalışma grubuna takdim edeceğim. O yüzden şimdilik detaylarına girmiyorum.
Kam ve Sürelsan:
Klasik koro şefliğine Kam'dan sonra İsmail Baha Sürelsan getirilmişti. Hocam Sürelsan'ın, Kam için pek müspet sayılabilecek şeyler düşündüğünü "zan"netmiyorum.
En azından halef-seleflik konusu, insani zaafların ortaya çıkmasına sebep olabilir. Zaten ne ben, ne de konuşmuş olduğum Sürelsan'ın bizden çok eski olan talebeleri, hocanın Kam hakkındaki olumsuz düşünceleriyle ilgili, açık hiç bir konuşmasına şahit olmamışlar. Sadece burada kullanmak istemediğim bir lâkap söz konusu.
Sürelsan'ın klasik korosu ile Kam'ın klasik korosu arasındaki en büyük fark usulde açığa çıkıyor. Kam, sazların arasına bir usul sazını koymamış. Sürelsan'da ise kudüm var. Aslında Kam'da herhangi bir usul sazını işitmeyişimize şaşırdım. Çünkü hafızam beni yanıltmıyorsa Kam, kudüm vurdururdu...
Klasik addedilen eserlerin yorumlanmasında ise kayda değer çok büyük bir farklılığa şahit olamadım. Belki daha iyi tetkik etmem gerekiyor. Ayrıntılı tetkikleri önümüzdeki devrelerde yapabilmeyi arzu ediyorum.
Kam ve Sürelsan'ın ortak taraflarından birisi, hazırladıkları programları gene kendilerinin sunmaları.
Müziği bilen ve belli bir tekniğe sahip ağızlardan sunuşları dinleyebilmek, dinleyenlere "ayrıcalıklı dinleyici" olduklarını daha ilk cümlelerde hissettiriyor. Sahip olunan teknik ağız, dinleyenin kendisini bir derste veya bir konferansta veya çok daha güzeli "aslında ne kadar ciddi bir işin yapıldığı" düşüncelerine götürüyor. Bu konuşmaları can kulağıyla dinleyebilen kişilerin ayrıca edeblendiklerini ileri sürmem çok yanlış bir kanaat olmasa gerektir. Kaldı ki, benim için ispat noktası olan (tahminim) bir tek canlı örnek var. O da gene, aziz dostum Bülent Behlül Altunkeser beydir.
Tam Manasıyla Bir Vak'a... Bülent Behlül Altunkeser:
Bülent beyden bahisle bu günlükte araya giriş yapmak istiyorum. Eskiden bu şekildeki araya girişlere "istitrad" diyorlarmış. Asıl konudan daha farklı bir konu... Tabii ki, farklılık var ama iligisiz de değil...
Benden yaşça küçük olan Bülent bey, ben TRT3 te Batı'nın pop müziklerini hayran hayran dinleyen bir liseli ud öğrencisiyken, O Ortaokul öğrencisi Bülent Behlül; Kam ve Sürelsan'dan dinlediği bütün radyo programlarını eserler ve açıklamalarıyla hafızasına alarak çok çok çok nadir bir örnek olma vasfına gelmiş.
Üstelik hayatında hiç "müzik dersi" de almamış.
İcra için uğraştığı herhangi bir müzik enstrümanı yok ve ses eğitimine filan da tabi tutulmamış.
İlginç, ama çok ilginç bir örnek bizim Bülent Behlül bey. Klasik addedilen repertuarın, radyoda dinlediklerinin tamamını hafızasında tutup seslendirebilen, üstelik açıklamaları da dillendiren ve bütün bunlar yetmezmiş gibi, bütün bunları o müthiş zekasıyla belli bir analize tabi tutup basmakalıplıktan kurtarabilen bir kişi... Eşi benzeri "belki" nadir bulunan Bülent Behlül'ü daha sonra çok konuşacağım...
Kam ve Sürelsan'a Dönüş:
Kam ile Sürelsan'ın konuları ele alış üslupları ise oldukça farklı. Bu farklılıklara detaylarıyla başka bir yazıda değinmeyi planladım. Şimdilik sadece şunu belirtmemde fayda var ki, çok önemli buluyorum:
Bizim canım ülkemizde bayrak devralanlar "bazen" bir gerilemenin de başlangıcı olurlar...
Kam'ın görevini devralan Sürelsan, aynı zamanda bir tepe noktası devralmıştır.
"Sürelsan'ın devraldığı bu tepe noktası, bir gelişmeyle daha da yüksek olan bir tepe noktası oluşturmuştur!" kanaati bizlerde (Sürelsan talebelerinde) oluşmuştur.
Bu kanaat oluşurken ne kadar tarafsız olduğumuz konusunda ise bazı şüphelerim var. Haliyle net bir hükmü ortaya koymadan evvel ciddi bir kıyas yapmak ve bu kıyası da mümkün olduğunca "hissiyat"dan beri tutmak zorunluluğu var.
Kıyas sonucu ne olursa olsun, maalesef Sürelsan'dan sonra şiddetli bir çöküşün başladığını söylemek büyük bir hata olmasa gerektir...
Bu çöküş, içinde bulunduğumuz iki binli yıllarda da halâ devam etmektedir.
Bu bölümü şöyle bitirmek isterim: Günümüzün Ruşen Ferit Kam'larına ve İsmail Baha Sürelsan'larına çok, pek çok ihtiyacımız var...
Merhum Ruşen Ferit Bey:
Ruşen Ferit Kam'ı bilmek, O'nun farkında olmak aslında bir kaç ismi daha, en az onun kadar iyi tanımakla ancak olabilir.
Bu isimlerle ilgili sıralamayı, başka kişiler, başka başka şekillerde yapabilirler ama benim yapacağım sıralama şöyledir:

Birinci İsim: Ömer Ferit Kam... Ruşen'in babası.
O da edebiyatçı. Profesörlük kadrosuna kadar yükseltilmiş ve Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ndeki öğretim üyeliği devam ederken rahmetli olmuş.
Ömer Ferit Kam'a hastalık seviyesinde bağlılığı olan Konya'da yaşayan ve Ömer Ferit Kam konusunda amatör gönlüyle, muazzam bir şekilde uzmanlaşmış bir de genç dostum var. Ondan başka bir zaman bahsedeceğim.
Merhum Ömer Ferit Kam'ın, evlâdı Ruşen'e sadece bir "babalık" yaptığını söylemek pek doğru olmasa gerek. Çünkü Ömer Ferit kam'la ilgili olarak öğrendiklerim, Ruşen Ferit Kam'ın çoğu yaptığı işte babasından örneğini alarak hareket ettiğini gösteriyor.
"Disiplin" dediğimiz mefhum da evlad Ruşen için baba Ferit'in ayniyle zuhura gelmiş hali gibi... Ömer Ferit Kam'ın Bizim Edebiyatımız içinde nasıl bir rol oynadığını öğrendiğimiz zaman, evlâd Kam'ın edebiyatçı olmasına rağmen Bizim Müziğimiz'de ortaya koyduklarının neler olduğunu hem çok daha iyi kavrıyor ve hem de ilginçtir çok daha tabii karşılayabiliyoruz.

İkinci İsim: Mesud Cemil Bey.
Çocuk Ruşen ve çocuk Mesud'un arkadaşlıklarının sonradan "dost" kelimesine dönüşmüş olması, ortaya çıkan bu dostlukta üçüncü isim olarak yerini alacak Bizim Müziğimiz'in en önemli isimlerinden birisinin kapısını açıcı.
Mesud Cemil Bey'le ilgili de söylenecek çok şey var. Mesud Cemil, Ruşen Ferit için öyle bir dost gibi görünüyor ki, "bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim" sözünün doğruluğunu aslında müziğimizin bu iki ismine tatbik ederek çok iyi kavrayabiliyoruz.
Mesud Cemil'in bu dünyayı terk etmesiyle, zaten dünyadan kendisini bir perdeyle ayırmış Ruşen Ferit'in dış dünya ile arasına bir duvar örüşünün artık gözle görülür hale geldiği tahminini yürütebiliyorum.
Aslında Ruşen Ferit, Mesud Cemil'le kıyaslandığında bir sır küpü gibi duruyor. Çünkü Ruşen, Mesud kadar ön planda neredeyse hiç olmamış...
Ruşen Ferit'le ilgili tam bir beyanı ancak ve ancak O'nun çok yakınındakilerin yapabilecek olmalarının sebebi de bu "sır"lar. Merhum Nazmi Özalp'le tanışamadığıma bu sebepten ötürü üzgünüm.
Sevdiğim tıbbiyeden hocam Prof. Dr. Erol Işın, Nazmi Özalp'le arkadaşlığı olan birisi. Erol hocaya farklı zamanlarda sorduğum Özalp ve Kam sorularının cevaplarının kapalı oluşu ve bazen de cevapsız kalışı hem tanışmak ve hem de intibalarını edinmek için Nazmi Özalp'in ailesiyle birebir görüşmeyi gerektiriyor.
Bir Teşekkür: Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü'nün hazırladıkları Musıkişinas Dergisi'nin eksik sayılarını yeni tamamlayabildim.
Sayın Fatma Öncel'in zahmetleriyle elime geçen dergilerden birisi Mesud Cemil Bey'le ilgili.
Referans dergi özelliğini haiz bulunan bu derginin ilgili sayısını henüz okumadım. Kimbilir belki de bazı ip uçlarını bu dergideki sayıdan yakalayacağım.
Oldukça temiz basılmış ama ebatları küçük olan fotoğraflardan ikisini arkadaşlara bu dergiden göstererek, Kam'ın hayalini canlandırsınlar istedim.
Vesileyle sayın Fatma Öncel hanıma mektupla yaptığım teşekkürü günlükte de ayrıca dile getirmiş oldum...

Üçüncü İsim: Tanburi Cemil Bey...
Hatırlatmak isterim, Cemil'in üçüncü isim olması üçüncü sınıflığıyla (estağfirullah) ilgili değildir.
Bakıldığı zaman görülecektir ki, Ruşen Ferit'in müzikte yapmış olduğu işler değerlendirildiğinde, kemençe icracılığıyla beraber ortaya çıkan tabloda; babasından geçmiş disiplin, manevi babası (hocası) Cemil'de ayniyle tatbik edilir.
Daha basit bir söyleyiş tarzıyla Ruşen Ferit, sıkı disiplin çizgisi içinde hocası Cemil'den kendisine geçenleri, "muhafaza" gayretindedir. İşte bu "muhafaza" kavramı, Ruşen Ferit için pek çok farklı yorumu tetikleyecek bir kavramdır...
Ruşen Ferit'in bu muhafaza gayretinde Cemil'in sahibi olduğu değerlerin "Cemil'in Sünneti" gibi varlığının koruduğunu görürüz. Ruşen'in "bir kuyruklu yıldız" diye teşbihinde yer bulan, hocası Cemil'dir. Gene aynı Ruşen, Kuyruklu Yıldız'ın arkasındaki ışıldayan şelalenin içinde, bir damladan farksızlığını ikrar etmektedir (şiddeti üst seviyede bir muhafazakârlık. Elbette bu muhafazakârlığın müspet ve menfi getirileri, götürüleri vardır ve olacaktır).
Ruşen Ferit Bey'le İlgili Son Sözlerim:
Haliyle Ruşen Ferit Kam, kemençe icracılığında bulunduğu yeri kendi ağzından, kendi kelimeleriyle mühürlemiştir. Çünkü "talebe" Ruşen'e göre de "hoca" Cemil, erişilmezdir. O'na erişmek için kemençeyle geçen zamanının sonunda, gene de ona erişemediğinin farkında olup bu durumun ikrarıyla kendini mes'ud eden bir kemençevidir Ruşen Ferit Kam...
Ruşen Ferit, müzik tarihimiz içinde kendisine ayrılmış sayfada halâ "bugünün gözüyle" keşfedilmeyi bekliyor...

Ruşen Ferit Kam için söylenecek pek çok şey var. Ömer Ferit, Mesud Cemil ve Tanburi Cemil için de hakeza öyle... Daha sonralarda bu konulara tekrar tekrar dönüşleri, geçilen eserlerle beraber hep yapacağız. Her seferinde de başka bir şekilde konuyu ele alma gayreti içinde olacağız.
Bu Çalışmanın Diğer Hatıraları:
Dr. Mehmet Uğur Yılmaz beye yaptığı çalışma için teşekkürüm, hazırlamış olduğum Rast ve Zavil eserlerden müteşekkil Kam programının cd'sini hediye etmekten ibaret oldu.
*
Kam'ın bu programda sürç-i lisanda bulunduğu bir tanecik kelime vardı.
Programı dinletmeye geçmeden önce topluluğa, bu sürç-i lisan'ı bulan kişiye bir hediye vereceğimi söyledim.
Dinleyişimiz nihayetlendiğinde, yaptığım açıklamalardan sonra hatanın nerede olduğunu sorduğumda sadece bir kişi buna cevap verdi. Kadim dost ve ağabeyim sayın Mustafa Kırımlıoğlu bey...
Merhum Ruşen Ferit Kam, bu programında Dede'nin Rast Kar-ı Natık'ının usulünü bir lisan sürçmesiyle "semai" diye dillendirmişlerdi. Halbuki "Yürük Semai" olması gerekiyordu.
Mustafa Kırımlıoğlu beye hediyelerini İstanbul'dan dönüşlerinde takdim edeceğim inşaallah.
*
Mesut Cemil'i görüp tanımış olan Nimet Terzioğlu ağabeyimizin aktardığı hatıraları da konuları süsleyici oldu.
*
Fakat beni sonradan güldüren şey, dinlettiğim programdaki sesin "Ruşen Ferit Kam"a ait olmadığının söylenmesiydi. Çalışma esnasında tereddütte kaldım. Çünkü yaşım müsait olmasına rağmen Kam'ın programlarından haberdar olup, (o zamanlar) hiç dinlememiş bir kara cahil olduğumdan "sorup öğreneceğim" cevabını vermiştim. Sevindirici durum şudur: programlardaki ses Ruşen Ferit Kam'ın bizzat kendi sesidir!... Sonradan anladım ki, elimizdeki kayıtlar çok temiz. Radyodan dinleyen bir kısım arkadaşlarımızı bu "netlik" tereddüte düşürmüş.
*
Bu hafta çalışmamızı bir misafirimiz teşrif ettiler. Meltem Altan hanımın çok sevgili annecikleri Mehlika Altan hanım misafirimizdi. Ruşen Ferit Kam'ın radyodaki programlarını bildikleri için sanırım geçmişe doğru bir yolculuk yaptılar. Çalışma sonrası 1,5 dakikadan da kısa süren konuşmamızda edindiğim intiba, çalışmadan hoşnut kaldıkları yönündeydi. Günlüğümüze bir şeyler yazmalarını istedim. Yazacaklar mı bilmiyorum.
*
Çalışmayı, bazı diyafram egzersizlerinden sonra, Dede'nin Rast Kar-ı Natık'ından oluşturduğum etüd parçaları ve Sürelsan'ın meşhur Rast şarkısıyla nihayetlendirdim.
*
Topluluk bir icra topluluğu olmamasına rağmen oldukça iyi ve capcanlı bir performans gösterdi. Doğrusu şaşırdım... Arkadaşlar ya iki buçuk saate yakın süren konuşmalardan sıkılınca zincirlerini gevşettiler, ya da bahsi geçen konulardan teşvik buldular... Bir taraftan bu durumu düşünüp gülerken, diğer taraftan halâ hangisinin olduğuna bir türlü karar veremediğimi itiraf etmeliyim... Hayret!... Nüanslarla beraber "neredeyse" mükemmel bir icra olacaktı...
*
Sadık temsilcimiz Selma Akan hanım ve evlatları, en genç üyemiz Ece İpek Akan hanımefendi bu çalışmada da yoktular. Her akşam saat 22:00'ye kadar olan mesaileri sebebiyle bu sene arada sırada aramızda buylunacaklar. İpek, Akifimizin İstiklal Marşının tamamını ezberine almış. Anlaşılan İpek topluluğa geldiğinde, topluluktaki bir kaç kişinin cebi bundan zarar görecek.
*
Dr. İsmet bey Kurban Bayramı'ndan sonrasına kadar aramızda bulunamayacaklar. Güzel bir yolculuğa çıkacaklarmış. Kendileriyle vedalaştık.
*
Aysun hanım, çok sevgili anneciğinin lenfoma illeti sebebiyle çalışmaları aksatabileceklerini bildirdiler. Her annenin hastalığını bilen bir evladını karşımda gördüğümde (mekanı cennet olsun) kendi anneciğimi hatırlıyorum.
Aysun hanım bizleri çok sevenlerin başında geliyor. Kendisi gibi zarif eşleri de öyle. Aysun hanıma anneciğinin ayaklarının altını öpmesini söylemeyi unuttum. Niye unuttum diye içim burkuluyor. İnşaallah bu satırları okur da anneciğinin ayaklarının altına bir buse konduruverir.
Anneciğinin Allah'dan şifa bulmasını niyaz ediyorum.

26 Kasım 2007 çalışmasında hazır bulunan kişiler:
Aysun, Talia, Özden, Gülşen, Meltem ve Mehlika hanımlarla beraber Uğur, Erdur, Nimet, Sezai, Mustafa, Orhan, Nail, Erdoğan, İsmet ve Bülent (kalp, damar cerrahı) beylerdi.
/
Dr. Mehmet Emin Kakan
Antalya, 28 Kasım 2007

"ANTALYA TABİP ODASI MÜZİK TOPLULUĞU" ANA SAYFASINA DÖN

19 Kasım 2007 Pazartesi

19 Kasım 2007 / 2007-2008 Sezonu Çalışmalarına Başladık

...Seyir Defteri... 19.11.2007

Antalya Tabip Odası Müzik Topluluğu'nda 2007-2008 sezonu çalışmalarına 19 Kasım 2007 tarihinde başladık.
Her zaman olduğu gibi bu sene de çalışmalarımız her Pazartesi günü saat 18:00'de devam edecek.
Bu sene çalışmalara geç sayılabilecek bir zamanda başladık. Bu başlangıcın sebebi kendi üstüme aldığım ve gülünebilecek bir şekilde kendi işlerimi kendimin çoğaltması sebebiyle oldu.
2008 içinde vermeyi planladığımız Itri konferans ve konseri de bu olumsuzluktan nasibini aldı.
Hazırlığını sürdürmüş olduğum konferans için referans çalışmalarım "8-9 Eylül 2007 Gelenekten Geleceğe Müzik Günleri" nedeniyle ciddi bir aksamaya uğradı. Konferans çalışmalarının aksaması da 2009'a bu etkinliğin aktarılabilmesi ihtimalini ortaya çıkardı.
Şu anda bir taraftan Gelenekten Geleceğe Müzik Günleri'nin kitabının hazırlıklarını sürdürüyorum, bir taraftan hoca için (İsmail Baha Sürelsan) 10. ölüm yıldönümünde yayınlayacağımız kitabın hazırlıkları, bir taraftan Gülçin Yahya'nın 7 Mart'ta vereceği resitalin hazırlıkları, bir taraftan Burak Karagöz'ün tanbur resitali hazırlıkları, bir taraftan da rutin müzik çalışmaları devam ediyor ve bir taraftan da müstear isimle yazdığım, bir dergide yayınlanan müzik yazılarım devam ediyor.
Bu çalışmaların hiç birisinden şikayetçi değilim. Aksine zamanımın böylesi zevkli işlerle dolu olmasından mutluluk duyuyorum.
Sadece bazen, herşeyi kendi başıma yapmaya mahkummuşum gibi hissediyorum. Bir yardımcım olsa belki işler daha kolaylaşacak...
Akdeniz Üniversitesi Türk Musıkisi Topluluğu'yla olan ilişkilerimiz bu sene biraz daha ilerleyecek. Zira bu topluluktaki şef yardımcılığı görevim de bazen beni normal faaliyetlere devam etmekte zorlayıcı oluyor. İki topluluğun beraber hareket etmeleri, yapacağım hazırlıklarda bir kolaylığı da beraberinde getirecek gibi görünüyor.
Dün yaptığımız çalışma için saat tam 18:00'de Tabip Odası toplantı salonundaydım.
İçeride sadece Nimet Terzioğlu, İsmet Yarar, İnci Karadağ ve Orhan Karadağ vardı. Bu dört kişinin özelliği, belki de tecrübelerinin ziyadeleşmesi nedeniyle müziğimize, "Bizim Müziğimiz"e hakkettiği değeri kalplerinde veriyor olmalarından olsa gerek. Özellikle Nimet Terzioğlu ve Orhan Karadağ senelerinin önemli bir kısmını müzik çalışmalarına vakfetmiş ağabeylerimizden olan kişiler.
Salona sonradan Özden Çetindal hanım, Talia Yılmaz ve Uğur Yılmaz kardeşler geldiler. Devamlılıkta ödül verilmesi gereken 4-5 kişiden ikisi bu kardeşlerdir. Her ikisinin de kendilerine mahsus bir çalışma disiplinleri var. Uğur bey hekimlikle ilgili konularda kalem bitiren bir sima. Kalemini biraz da müzik ve sanat meselelerinde oynatmasını çok arzu ediyorum. O'nun meselelere analitik yaklaşımı gerçekten üst seviyede. Müziğimiz meselelerinde tek eksiği motivasyon!... Belki de onu motive etmek içn hekimlikte olduğu gibi canını yakmak gerekiyor ama sanat meselelerinde onun canını pek kolay yakabileceğimizi sanmıyorum.
Talia hanıma Gelenekten Geleceğe Müzik Günleri'ndeki benim "olumsuz" hatırladığım konuşmayı hatırlattım. İtiraz etti. Uğur bey de öyle... Aslında söyledikleri doğru, fakat söylediklerinden "anlaşılan" farklıydı. Ya değilse her ikisinin de niyetlerinden hiç bir olumsuz düşünceye gitmiyorum. Açıklamaları güzel, fakat toplantıdaki cümleler açıklayıcı değildi. Zaten bunu aslında mesele haline de getirmiyorum. Sadece dile getirdiğimde Talia hanımı biraz kızmış buluyor ve bundan da aslında şu sıralarda zevk alıyorum. O'nlar benim bu muzipliğimden belki de bu satırları okuyunca haberdar olacaklar.
Daha sonra çalışmaya, olmazsa olmazımız Gülşen Kaya hanım intikal ettiler. Her zaman olduğu gibi aynı zarifliklerini muhafaza ediyorlardı. Çalışma esnasında Hafız Post'un Rast Nakış Yürük Semai'nin güftesini okuttum. Hiç tekrar yapmadan aradan geçen aylara rağmen şiiri güzel hatırladılar denilebilir. Çalışmalar devam ettiği süre içinde hafıza zindeliğinin de eski haline gireceğinden şüphem yok.
Sezai Yalçınkaya, Mehmet Akif Yarma ve Erdoğan Ersan dostlarımız ise çalışmaya biraz sonra dahil oldular. Sezai bey Goethe'nin Divan'ının Almanca orijinal baskılı kitabını yanlarında getirmişler. Çalışma esnasında Doğu etkisiyle şiirlerini topladığı kitaba Divan ismini veren Goethe'yi hafızalarda bu kitabı da göstererek mühürledik. Aynı zamanda Sezai beyin bir Edebiyat Doçenti arkadaşının gene Goethe'den Türkçe'ye tercüme etmeye başladığı "Şiir ve Hakikat" kitabının tercüme edilmiş kısımlarından iki cümleyi arkadaşlarıma aktardım. Okuduğum her iki cümle de üzerinde saatlerce konuşulabilecek kavram ve konuları içinde bulunduruyordu. Bu kavram ve konulara hiç temas etmedim.
Goethe'ye ilgimi daha da arttıran konu Paganini'yle ilgiliydi. Bizim edebiyatımızda, edebiyatın içine Bizim Müziğimiz'i sokan çok az kişi var. Bu az kişinin içinde de çok azı edebiyatı mükemmel kullananlardan. Başı da Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar çekiyorlar. Bu konuda hem çok şey yazmayı planladım ve hem de çok şey konuşmayı... Ne zaman konuşulacağını ise zamanın akışına bıraktım. Şu sıralarda yazmaya devam ediyorum.
Çalışmaya en son gelen genellikle sevgili Erdur Zeybekoğlu olurdu. Nihayet o da geldi. Yüzündeki gülümseme, geçen sezon geçirdiği büyük ameliyattan bu tarafa daha da belirginleşmiş. Yavaş yavaş bizim eski Erdur olmaya doğru yol alıyor.
Bir de ne göreyim, çalışmalara en son gelen Erdur olur düşüncemde yanılmışım. Çünkü Mustafa Kırımlıoğlu her zaman ilk gelen olma sıfatını terk etmiş. En son o geldi....
Bu senenin ilk çalışması geçmiş senelerden oldukça farklı oldu. Çünkü iyi seviyede müzik dinleyicisi yetiğştirmeyi hedefleyip normalde konser vermeyi planlarına almadığım Antalya Tabip Odası Müzik Topluluğu'nda Itri'nin Neva Kar'ından oluşan tek eserlik icra için sahneye çıkış, nüans çalışmaları yapmayı gerektiriyordu. Bu ilk çalışmada Neva Kar'a hiç girmeden geçmişteki başka bazı eserleri tekrar ettik. Tekrar edişimizdeki tek farklılık da nüanslara ağırlık vererek, ud çalmayı bırakıp ayakta arkadaşlarımı idare etmekti. Anlık nüanslarda "şef"lik avantajları ayaktayken çok daha iyi. Topluluk daha iyi kontrol edilebiliyor. Aslında yapacağımız icralarda topluluk karşısına bir şefin dikilmesini istemiyordum ama en azından çalışmalarda nüanslar oturana kadar bu şekilde çalışmalara devam etmek daha az yorucu. Eğer işin kolayına kaçacak olursam dinleyici karşısındaki aktif icrada da ayakta olmayı tercih edebilirim. Kalbim ananevi icrayı terketmemekten yana...
Önümüzdeki hafta Uğur bey, Ruşen Ferit Kam'la ilgili hazırlığını topluluğa ve ayrıca gelen dinleyicilere sunacak.
Mehmet Akif bey, Allah uzun ve sağlıklı ömürler nasib etsin, torunlarına bakmak için Ocak ayına kadar Ankara'da olacaklarını söylediler. Anlaşılan bir sevenimizin bir kaç ay bizden ayrılığı söz konusu olacak.
Mustafa Kırımlıoğlu bey de oğlu, kanuni, kompozitör, yükseklisans öğrencisi Volkancığımızın yanına, İstanbul'a gidecekler.
Aysun Arabacı hanım, çalışmaya gelmediler.
19 Kasım 2007 çalışmasına gelen arkadaşlarımız şöyle:
Talia, Özden, İnci ve Gülşen hanımlarla İsmet, Orhan, Nimet, Uğur, Sezai, Erdoğan, Erdur ve Mehmet Akif beyler.
/
Dr. Mehmet Emin Kakan
Antalya


"ANTALYA TABİP ODASI MÜZİK TOPLULUĞU" ANA SAYFASINA DÖN